
Şehitlerimizin cenaze töreninde gülerek, aralarında konuşan, okunan Kur’an’a saygı göstermeyen siyasilerin videosu sosyal medyaya düşünce hangi partiden, kim olduklarına bakmaksızın “bunlar insan değil, bunlar insan olamaz” diyerek kendimce konuyu kapattım.
“Utanma” duygusunun ne kadar kıymetli bir hissiyat olduğundan söz ederek yazıma başlamak istiyorum.

Belki de hikayemizden bir pasaj aktararak, belki de olması gereken yerde durarak, o kutsal sorumluk duygusunun halen bir güven zırhı zannederek; halbuki, kendine hayrı olmayan siyasetin düştüğü acziyetin son kalan yankı kırıntılarının elle tutulur bir yanı kaldı mı sorarım!
6 Şubat depremi henüz bilinçaltlarımızda tazeliğini kuruyorken, daha dün toprağa verdiğimiz 20 şehidimizin hazin dramları yüreğimizi sızlatıyorken, kara kışın buyur ettiği şu günlerde ekonomik kriz nice yuvanın dengelerini sarsıyorken kimsenin kimseyi umursamadığı böyle zamanda vicdan denilen şeyi nasıl tedavülden kaldırdığımızı, biz bu duyguyu ülkece ne zaman kaybettik, hangi an kaybetmeye ve yokuş aşağı gitmeye başladık sorusu üstünde duracak mıyız o da ayrı bir trajik başlık!
Hatırlarsınız benzer bir görüntü de 6 Şubat depreminde sahaya çıkan siyasilerimizde görmüştük. Millet buz kesen soğuklarda enkaz altında can çekişirken onlar pahalı kostümlerini çekmiş, son model araçlarına binmiş, olay mahaline sözde gelmişler de orda kahkaha atarak dolaştıklarını insanoğlu unutsa bile tarih ve arşiv unutmaz.

Siyasilerin toplumla bağlam sorunu farkındaysanız gitgide büyüyor. Aradaki mesafe gittikçe artmaktadır. Çünkü biz artık yaşamımızda temas ettiğimiz her şeyde utanmayı değil, gösterişi öğreniyoruz. Fotoğraf çektirmek, fenomenlik, lüks ofisleri ziyaret etmek, sosyal medyada “üstlerine” burdaydık-oradaydık mesajı iletmek, düğünlere katılmak, en pahalı ısmarlama elbiseleri giymek, son model vasıtalara binmek, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında ama duygu sefilliğine düştüklerinden, empati yoksulluğu yaşadıklarından bihaberler. Devletin gücü arkalarında, gittikleri her yerde zavallı insanlar önlerinde el pençe diz divan, nereye gitseler Anadolu irfanı gereği bir kapı açılıyor yüzüne ama reel hayatı, toplumun dokusunu, sosyolojiyi unutmuş-kaybetmişler.
Nerden mi anlıyoruz?
Şehit törenlerinde utanmadan, yüzleri kızarmadan gülme krizlerine girmelerinden, depremlerde cesetler arasından kahkaha patlatarak mesai sürdürmelerinden, zavallı halkın sorunu olduğunda ulaşılamaz olduklarından, toplumla bir diyalog kuramama hastalığına yakalanmalarından…
Buyrun, bizim Malatya siyasilerine bakalım isterseniz, hodri meydan hangisine ulaşabiliyorsunuz! 13 ilçe 756 köy, yüzlerce mezra… Buralarda insanlar yaşıyor, insanlar! Elbette sorunları olacak, memleket bizim, memleket geniş. İrili ufaklı dahil yüzlerce binlerce sorunu var vatandaşın. Herhangi bir sorunu varsa ilk akla gelen oy vermişim, seçmişim, böyle bir gün için diyerek siyasilere ulaşmayı deneyecek tabiki. Telefonu kaldırdı aramasını yaptı ama cevap yok. Bir daha, bir daha cevap yok. Bir hafta sonra tabiki yine cevap yok, olmayacakta… Çünkü çok iyi biliyor ki vatandaşın hiç bir gücü, yaptırımı, olağanüstü bir yargılama vasfı taşımadığını. Nasıl olsa seçimlerde hepsi keklik niyetine bir çantada toplu oy deposu görülmesi sürecine kadar.
O vakit bunun adına ne koymalıyız sizce; vefasızlık mı, hayasızlık mı, utanmazlık mı? Yada evet siyasiler sosyal medyada çalışıyorlar mı? Twit atıyor daha yapsınlar mı demeliyiz?
Oysa o sabır, o utanma, dostluk, o karşılık hatır sevgi bizim toplumun neredeyse kalan son refleksi.
Gerçekten vatandaş çaresiz. Güçsüz. Mahkum! Ne yapsın vatandaş, siyasilere ulaşma bariyerine kıramayınca hiç bir yetkisi bulunmayan bana ve gibilerimize ulaşarak derdini bildiriyor, siyasilere ulaşma noktasında bizim üzerimizden şansını sonuna kadar zorluyorlarsa eğer bu siyaset mekanizması iflas ermiştir. Varlar ama dükkanı kapatmış, kepengi indirmiş elini eteğini çektiler diyeceğim o da değil. Ne o zaman peki?
Çünkü utancın yerini kibir aldı ne yazık ki. Hem bireysel hayatta hem de vicdan muhakemesinde.
Eskiden dilimizden yanardık, şimdi içerimizden, göğüs kafesimizde ki yüreğimizden yanıp sönüyoruz.
Hayatında ekonomik, sosyolojik ya da psikolojik hiçbir başarısı olmayan birilerinin, sadece edindiği, elde ettiği yada ele geçirdiği makamlardan devşirdiği güçle kendini diğerlerinden, çevresinden hatta ait olduğu bölgesinden üstün hissettiği bir dönemin pençeleri arasındayız ne yazık.
Açıkçası siyasiler şunu diyor bir lütufla; tavırlarının, o dillerinin, sosyal medyalarında kimseyle muhatap olmamalarının, anti tevazularının altında yatan ise tek bir ana fikir: “Ben senden üstünüm.”
Hayır sen kimseden üstün değilsin, kendine gel efendi, sen hiç bir şey değilsin. Geçici olarak en fazla milletin refere ettiği üç dönem o koltukta bulunacak, akabinde diğer bir çok mevkidaşın gibi tarihin tozlu raflarında yerini alacak, unutulup yok olacaksın. Esamen dahi okunmayacak. Senin hiç bir önemin yok. Şayet topluma verdiklerin karşılığında kalıcılığın oransal olarak bir yer edinebilir.
Malatya valimiz Seddar bey son 3-4 aydan beri sosyal medyasında vatandaşı muhatap alıyor. Söylediklerini alıntılıyor yada makul cevaplar vererek bir nebze sorunlar, kafalarda soru işaretleri direk birinci elden gideriliyor. Malatya siyaset anlayışına uymayan bu çalışmayı zevkle okuyor takip ediyoruz. Vatandaşta devletin üst bir mercisinden muhatap bulması karşısında iptidalini bozmadan onure olmuş bir mutlulukla Vali beye içsel sevgisini daha pekiştirerek gösteriyor.
Maalesef bakıyoruz her taraf aynı. Utanma ve vicdan sınırlarının aşan siyaset anlayışı İstanbul’da da, Gaziantep’te de, Kayseri’si de, Malatya’sı da aynı formatta evrildi. Yolsuzluklar, rant, çürümüş çapsız bir üslup çöplüğü, gaflar ve toplum nazarında ringin dışına atılan siyaset kendilerine ait olmayan bir ayrıcalığın yanılgısı içinde debeleniyor hepsi! Trajedi büyüdü vicdan küçüldü. Siyasilerin serveti arttıkça insani arterleri yok oluyor. Sonları hayrolsun diyelim.
,
